İş hayatına üniversite yıllarında hem okuyup hem de çalışarak başladım. Hedefler büyük, hayaller genişti. Emeğin yemek, kariyerin başarı, adaletin sarsılmaz olduğunu düşündüğüm dönemler.
Herneyse gel zaman, git zaman evlendim ve kızım dünyaya geldi. Bir taraftan iş hayatına dönmek istiyorum, bir taraftan da minik kızımı emanet edebileceğim bir bakıcı arıyorum. Ne gezer aylar oldu ve ben halâ aradığım bakıcıyı bulamamış, daha doğrusu bir türlü güvenip de işe başlatamamıştım.
Zaman geçti. Doğum iznim ve senelik iznim bitti. Akabinde ücretsiz izne çıktım ama o da belirli bir zaman sonra kabul görmeyince hiç düşünmeden, pek de üzülmeden istifa etme kararı aldım.
Her ne kadar çalışmayı, üretmeyi ve para kazanmayı çok sevsem de, vicdan ve kariyer karşılaştırmasında, vicdanım daha baskın çıktı. Kızımı güven problemi yaşadıgım birilerine emanet etmektense iş hayatından feragat etmek daha işime geldi.
Belki şanslıyımdır kızımla beraber vakit geçirip büyümesini an ve an izliyorum. Belki de o kadar şanslı değilimdir, yıllarca okuyup çalışıp kariyer konusunda ara verip köreliyorum. Ne de olsa dünya yamyamların dünyası. Beraber aynı sırada okuduğunuz, yediğiniz, içtiginiz dostunuzu bile düşman veya rakip yaptıracak kadar kalleş bir dünya.
Evet
Anne olan milyonlarca kadının iç hesaplaşması aslında bu.
İşten ayrıldıktan kısa bir süre sonra kendimi boşlukta hissetmeye başladım. Artık sabah erken kalkıp işe gitmiyordum. Veya bakmak zorunda olduğum mailler, bitirmek zorunda kaldığım tablolar, cevaplamak zorunda olduğum susmayan telefonlar yoktu hayatımda.
Evdeydim. Yeni doğmuş kızımı uyutmaya çalışıyordum. Telefon sesi, klavye sesi, insan sesi, koridorda çınlayan topuklu ayakkabı sesi yoktu.
Öyleki bir ara kendimi işe yaramaz, vasıfsız bir ev kadını gibi hissettim. Sanki ev kadını olmak kötü bir şeymiş gibi. Sonra bu düşüncemden dolayı utandım. Ne yapıyordum ben? Hayatta en masum, en güzel ve en değerli varlık karşında uyuyor ve sen mutsuz olmaya çalışıyorsun diye kızdım kendime.
Sonra düşünmeye başladım. Düşündükçe okumaya ve okudukça, sorgulamaya başladım. Sorguladıkça daha çok kızdım ve daha çok görmeye başladım.
Kadın olmanın özellikle anne olmanın iş hayatındaki değerini sorguladım.
Düzgün aile, huzurlu ortam, sağlıklı ve mutlu çocuklar beynimize empoze edilirken annenin ruh sağlığı düşünülmeden iş yerinde yaşadığı strese, motivasyonsuzluğuna, mobbing yapan obsesif hemcinsi ile mücadelesine şahit oldum.
Uzmanlar, psikologlar, aile danışmanları çocuklara 3 yaşına kadar annesi ile büyümeli derken, daha 4 aylıkken yavrusunu bakıcılara bırakıp gece yarılarına kadar it gibi çalışmak zorunda kalan anneleri gördüm ve okudum.
İş hayatında istediğin kadar donanımlı ol, çalışkan ol, dürüst ol. Sırf annesin veya anne olacaksın diye var olan yasalara karşı çıkmak yerine fırsat bilip, kendi çıkarını gözeten amir olmuş ama insan olamamış şahıslardan "Anne olan veya anne adayı olan bayanları çalıştırmamak lazım." cümlesine maruz kalan nice bayanlara şahit oldum.
Yeni doğum yapmış, çocuğunu bırakıp işe başlamış anneyi "performansı düştü" diyip işten kovan bre densiz, bre hadsiz, bre şerefsiz kraldan çok kralcı olan işveren tayfasını duydum.
Sağlıklı toplum, saglıklı birey, verimli çalışma=Esnek çalışma saatleri diye kıvranırken. Doğum izninin zamanını kısa tutulmasına çanak tutan zihniyetle karşılaştım.
Evladını bakıcıya bırakmak zorunda kalan, maaş ve sorumluluk verdiğin bakıcının aniden işi bırakıp kendisini zor durumda bıraktığını, çocukla ilgilenmedigini hatta dövdüğünü anlatan mağdur anneleri dinledim ve izledim.
6 ay sadece anne sütü tavsiye edilen fakat 4. ayda işe başlayıp süt izinlerini istediği gibi kullanmak isteyen bayana çemkiren karaktersizlik abidesi müdürü duydum.
İnsanların kadın ve en ilginci anne olup da çalışması sizi neden bu kadar rahatsız ediyor?
Bu liste daha uzar gider. Artık yorumu size bırakıyorum.
0 yorum :
Yorum Gönder